Nasıl mutlu olunur? Daha doğrusu insan neden mutsuz olur? İçgüdüsel bir şekilde herkes mutlu olmak ister ama büyük çoğunluk durumundan memnun değildir. Belki de sorun mutlu olmayı isteyip istememizde mi?
Büyük düşünür Arthur Schopenhauer insanların mutluluk duygusuna odaklanmış ve gençliğinde yazdığı birçok kitapta da bunu amaçlasa da hayatının yaşlılık yıllarında, o zamana kadar edindiği deneyimler sonucu nasıl mutlu olunacağını öğretmek amacıyla Yaşam Bilgeliği Üzerine Aforizmalar ’ ı kaleme almıştır. Kitabı mutluluk öğretisi kılavuzu olarak isimlendirdiği de olmuştur. Hayatının 6 yılı boyunca mutluluğun nasıl elde edilebileceğini düşünen Schopenhauer sonunda kafasındaki özgün düşüncelerini derleyerek bu kitabı yazmıştır. Bu yazımızda bu kitapta ele alınan temel düşüncelerden bahsedeceğiz.
Etkenler
Schopenhauer, kitapta temel olarak mutluluğun 3 etkene bağlı olduğunu savunur.
- Bir kimsenin ne olduğu
- Bir kimsenin neye sahip olduğu
- Bir kimsenin neyi temsil ettiği
Bir kimsenin ne olduğu, onun doğuştan gelen temel kişisel özellikleri olarak nitelendirilebilir. Buna bir kimsenin nasıl birisi olduğu da denebilir. Cesur, korkak, zeki, budala, kurnaz, saf vb. Bu tür zihinsel farklılıklar insanların hayatını ve dolayısıyla da mutluluğunu büyük oranda etkiler. Aynı olay farklı özelliklere sahip insanları çok farklı yönlerde etkileyebilir. Schopenhauer bunu, kitapta gayet açıklayıcı olan birçok örnekle açıklamıştır. Bunlardan birisi şudur: “Sıcakkanlı birinin yalnızca ilginç bir çatışma ve ağırkanlı birinin de önemsiz bir olay bulduğu yerde, melankolik biri bir trajedi sahnesi görür.“
Bunların yanı sıra mutluluğun da doğuştan geldiğine inanır. Yani bir insan mutlu olmaya yatkın bir kişiliğe sahip değilse hayatı boyunca mutlu olma şansı düşüktür. Ve bu kolay kolay değiştirilemez. Güneş gözlüğü takmış birisine benzetilebilir bu insanlar. Dışarısı ne kadar aydınlık olursa olsun onlara olduğundan karanlık gözükecektir. Mutlu olmaya yatkın insanlar ise gece görüş gözlüğü takmış gibidirler. Hava kararsa da onlar aydınlık görmeye devam ederler. Mutsuzluğa yatkın kişilerin, hayatında diğer iki özelliği yani neye sahip olduğu ve neyi temsil ettiğini değiştirmeleri gerektiğini önerir.
Zekanın Etkisi
Ayrıca Schopenhauer’a göre zekâ ile mutluluk doğru orantılıdır. Çünkü en büyük hazları zihinsel hazlar olarak ifade eder. Fiziksel hazlar gelip geçicidir, sahtedir, insanın gözünü boyar. Ama zihinsel hazlar her zaman kalıcıdır, gerçektir. Sürekli size hizmet eder. Bu yüzden zeki insanların her zaman mutlu olacağını savunur. Bunu şöyle ifade eder: Aptal birinin sersem bilincinde yansıyan tüm görkem ve hazlar, rahatsız bir hapishanede Don Kişot’u yazan Cervantes’in bilinci karşısında çok yoksuldurlar. Zihin dışında hiçbir şeye güvenilemez çünkü hepsi gelip geçicidirler. Para, ün, saygınlık, iyi dostlar… Hiçbirinin yarın bizimle olup olmayacağı belli değildir. Bugün vardır ama yarın, bir bakmışsın gitmiş. Her zaman sahip olabileceğimiz tek şey, güvencemiz kendimizdir yani zihnimiz. Bu yüzden ilk madde (yani ne olduğumuz), diğer iki maddeye göre daha kesin ve gerçektir.
Bu durumda zeki olmadığını veya doğuştan mutsuz olmaya yazgılı olduğunu düşünen insanlar nasıl mutlu olacağını sorabilir. Öncelikle öyle olduğunu düşünen kişi kendini tanımalı, keşfetmelidir. Gerçekten öyle birisi olmayabilir. Ama keşfettikten sonra da öyle olduğunu düşünüyorsa durumları kendi yazgısına uygun hale getirmeye çalışmaktansa yazgısını kendine uygun hale getirmelidir. Bu nasıl olur? Arthur Schopenhauer şöyle demektedir: Olağanüstü kas gücüyle donanmış bir insan, dış koşullar yüzünden oturarak yapması gereken ya da kendisine çok yabancı olan işler yapmak zorunda kalırsa ömür boyu mutsuz hissedecektir kendini. Ama zihinsel güçleri ağır basan, bu güçleri gerektirmeyen çok kötü bir işi yapmak uğruna, zihinsel güçlerini kullanmadan olduğu gibi bırakmak zorunda kalan biri daha da mutsuz olacaktır.
Schopenhauer’a göre zeki insanlar pek sıkılmazlar. Can sıkıntısı budalalara özgü bir şeydir. Budalalar kendi sahip olamadığı özellikleri başka insanlarla doldurmaya çalışır. Bu yüzden sık sık sosyalleşmeye çalışırlar. Yalnız kaldığında ise kendi gerçekliğiyle yüzleşir ve kendisinde hiçbir özellik bulamadığı için sıkılırlar. Zekiler için durum tersidir. Zihinleri sürekli bir uğraş içerisindedir ve başka kimseye ihtiyaçları yoktur. Çevresindeki insan boşluğunu zihinlerindeki yetenekleriyle doldururlar.
Acının Nedeni
Yüzyıllardır acının nedenini bulabilmek amacıyla farklı yollar denenmiştir ama en sonunda birçok filozof aynı sonuca varmıştır: Acıların kaynağı isteklerdir. Schopenhauer da bu görüşü kabul destekler. Ona göre insan isteklerinden ne denli sıyrılmayı başarabilirse o kadar mutlu olacaktır. Çünkü derinine bakıldığında mutsuzluğun, isteklerin gerçekleşmemesi sonucu ortaya çıktığı fark edilir. Peki isteklerin kaynağı nedir? Schopenhauer, temel düşüncesini destekleyerek isteklerin kaynağının insanlar olduğunu yani çözümün yine yalnızlık olduğunu savunur. Çünkü birisi diğer insanlarla ne kadar sosyalleşirse onlara bağımlı hale gelmeye başlayacaktır, istekleri de onlara bağlı olarak şekillenecektir. Bu yüzden özgürlüğünü de yavaş yavaş kaybetmeye başlayacaktır ve birçok isteğin, arzunun mahkûmu olacaktır. Normal olarak her istek gerçekleşemeyeceği için yine mutsuz olacaktır.
Paranın Etkisi
Diğer bölümde yani bir insanın neye sahip olduğu üzerine olan bölümde ise zenginliği kötüler Schopenhauer. Çünkü fakir insan sahip olamadığı mülkün özlemini çekmez. Bundan dolayı üzüleceği bir durum da yoktur. Zenginliği ister ama bu, onun için bir mutsuzluk değil daha çok umut olacaktır. Ama zengin ise sürekli elindekileri kaybetme korkusu içerisindedir. Olur da bir gün servetini kaybederse eski mülkleri için büyük bir özlem duyacaktır ve hayatı boyunca rahata alıştığı için fakirlik ona büyük bir zorluk olarak gelecektir. Ama bu durum fakirin normal durumu olduğu için bu ona zorluk yaşatmayacaktır. Bu yüzden zengin olmaya çabalamanın ne kadar saçma olduğunu anlayabilirsiniz.
Onurun Etkisi
Sonraki bölüm ise bir kimsenin neyi temsil ettiği üzerinedir. Yani kısaca onur meselesi. Yapılan bir şeye söylenen kötü eleştirinin ardından alınan övgü moralimizi yerine getirebilir. Ama tam tersi durumda yani alınan övgü sonrası gelen alay, tüm moralimizi bozabilir. Bu yüzden koşullara uyumluluk açısından bunun pek uygun olmadığını savunur Schopenhauer.
Ayrıca bu onur konusunun fazla abartıldığını söyler. Başkalarının kafalarındaki benim hakkımda olan düşünceler, benim kendi kafamdakilerden önemli midir ki? Hem bunun yanında benim hakkımda ne kadar doğru veya ne kadar şey bildiği de benim üzerime olan düşüncelerini etkiler. Örneğin, çalmadığım bir şeyin suçunu birisi benim üstüme attıysa ve herkes de bu yüzden bana kızgınsa benim buna üzülmeme gerek yoktur. Çünkü sonuç olarak gerçekten ben çalmadım. Bu konu hakkında: “Ateşli bir şekilde, ‘Onur yaşamın üstündedir’ diye bağırıldığında aslında bu, ‘Var olmak ve esenlik içinde olmak bir hiçtir; asıl önemli olan, başkalarının hakkımızda ne düşündükleridir’ anlamına gelmektedir.” diyerek gayet sert ve alaycı bir şekilde bu konuyu eleştirmiştir. Onurun sadece insanlar arasında sorunsuz bir şekilde var olabilmemiz için gerekli olduğunu ama zamanla gereğinden fazla abartıldığını söyleyerek konuya açıklık getirmiştir.
Mutlu Olma Taktikleri
Girişle beraber bu ilk 4 bölüm mutluluğumuzu nelerin belirleyeceği ve onlara göre nasıl davranmamız gerektiği üzerine sistematik bir düşünceler zinciriydi. Bundan sonraki bölümde ise sistematik olmayan bir şekilde, gelişigüzel, mutlu olabilmek için günlük hayatta uygulamamız gereken 53 tane mutlu olma taktiğinden bahsetmiştir. Genellikle her birinde değişik duygulara nasıl hükmetmemiz gerektiğini anlatmıştır. Buradan Schopenhauer ’un, Aristoteles’ in mutlu olmak için duyguları ölçülü kullanmamıza dayanan felsefesini kabul ettiğini varsayabiliriz. Ama bunların yanında birçok maddede acı çekmemek için arzuların azaltılması gerektiğini tekrar tekrar hatırlatmıştır.
Gençlik Ve Yaşlılık
Kitabın son bölümünde yaşamın farklı zamanları arasındaki farklardan bahsedilmiştir. Yaşamı gençlik ve yaşlılık olmak üzere iki bölüme ayırır Schopenhauer. Gençlik yıllarında hep bir mutlu olma arzusu içerisindeyizdir. Yaşamı yaşayarak değil de okuduğumuz kitaplardan(günümüz çağında filmleri de örnek verebiliriz.) öğreniriz. Ve bizimkiler de onlarınki gibi mutlu veya ilginç olmadığı için hayal kırıklığına uğrarız, mutsuz bir gençlik süreriz(Bu yüzden kurgu romanlarından çok biyografi türündeki kitapların okutulması önerilir). Ama yaşlılığa gelindiğinde geç de olsa hayatın beklediğimiz kadar sorunsuz olmayacağını anlarız. Ve beklentimiz olabildiğince düşmüştür. Hayatta hiçbir istek kalmadığı için mutsuzluk ya da hayal kırıklığı yaşamayız. Yani ironik bir şekilde mutlu olmak için mutlu olmak istememiz gerektiğini anlarız. İstekler azaldığı için de yalnızlık ve boş zaman daha çok sevilmeye başlanır. Bu konuyu özetler bir şekilde şöyle der Schopenhauer: Buna göre yaşamın ilk yarısının karakteri mutluluğa yönelik doyurulmamış bir özlem, ikinci yarısının karakteri ise mutsuzluk endişesidir.
Schopenhauer; yaşamında belki de birçok kişi gibi büyük acılar çekmiş ama diğerlerinden farklı olarak bir filozofun yapması gerektiği gibi bunlar üzerinde düşünmüş, bilincinde çözümlemiş ve gelecek nesillere aktarma ihtiyacı hissetmiştir. Arthur Schopenhaur’dan Yaşam Bilgeliği Üzerine Aforizmalar; günümüzde mutsuz olduğunu düşünen, mutsuz olmak istemeyen ya da hayatında daha başarılı olmak isteyenler için kesinlikle okunması gereken bir kitap.