Saatin icadından beri insanoğlu zamanı nesnel bir şekilde ölçmeye başlamıştır. Bunun için de zamanı yıl, hafta, gün, saat, dakika, saniye, gibi kavramlara indirgeyerek ölçmeyi kolaylaştırmıştır. Gerek bilimde gerekse günlük yaşamda hep bu kavramlara bağlı kalınarak işler halledilmeye çalışılır. Ama insanlar tüm yaşamlarını bu saat denen mekanik alete bağlarken önemli bir şeyi unutuyorlar: Zaman Algısı.
Wikipedia’ya göre algı; duyusal bilginin alınması, yorumlanması, seçilmesi ve düzenlenmesi anlamına gelir. Ve algılar her kişide farklı anlamlar ifade ederler. Zamanın insan algısından bağımsız var olup olmayacağı tartışılır fakat zaman, insan beyninde tamamen bir algı ürünüdür. Yani zaman, saatlerde gördüğümüz nesnel yapısından farklı olarak insan beyninde öznel olarak yorumlanır.
Hemen hepiniz şu cümleleri hayatınızda en az bir kez kullanmışsınızdır: “ Gün ne çabuk bitti.” , “ Zaman çabucak geçip gitti.” Veya “ Zaman geçmek bilmiyor.” İşte bu cümleleri kurarken tam olarak zamanın öznelliğinden bahsediyor olursunuz. Sıkıcı bir derste geçirdiğiniz 40 dakika ile en sevdiğiniz derste geçirdiğiniz 40 dakika size aynı uzunlukta gelmez. Veya arkadaşlarınızla buluşmuşsunuzdur. Birisi 1 saattir burada oturmakta olduğunuzu iddia eder, bir başkası ise 2 saattir. Ama aslında 1 buçuk saattir orada olabilirsiniz.
Zaman algısının günlük hayattaki farkındalığına verilecek örnek çoktur. Ama asıl mesele, bu zaman algısındaki farklılıkların altında yatan sebeplerdir. Vücudumuzun zaman algısının iki çeşidi vardır. Öncelikle onlara bir göz atalım.
1 – Biyolojik Saat
Saatin icadından önce bile aslında insan da dâhil birçok canlının vücudunda bir saat vardı. Buna biyolojik saat denmektedir. Vücutta birden fazla biyolojik saat olmasına rağmen sirkadiyen saat bunlardan en bilinenidir. Sirkadiyen saat, sirkadiyen ritimden sorumlu olan biyolojik saat biçimidir. Sirkadiyen ritim kısaca canlılarda bilinçten yoksun olarak, kendiliğinden gerçekleşen metabolik faaliyetlerin düzenli döngüsü olarak tanımlanabilir. Evet, biraz karmaşık bir tanım olabilir fakat açıklayınca ne kadar basit olduğunu anlayacaksınız.
Sirkadiyen, kelime anlamı olarak “Yaklaşık bir günlük zaman” anlamına gelir. Canlıların 24 saatlik gün içerisinde yaptıkları bilinçdışı bazı eylemler vardır. Uyumak, yemek yemek gibi faaliyetleri süre tutmamamıza rağmen her zaman hemen hemen aynı zaman aralıklarında gerçekleştiririz. Bunun yanı sıra biz farkında olmasak da hormon üretimi veya bitkilerde fotosentez olayları da aynı döngünün parçasıdır. Evrimsel sürecin bir sonucu olarak ortaya çıkan sirkadiyen ritim tek hücreli ilkel canlılarda bile bulunur.
Sirkadiyen saatin dışında vücutta bulunan daha birçok biyolojik saat bulunur. Kalp, böbrek, akciğer vb. birçok iç organımız da periferik saat denen ve yine 24 saatlik döngü içerisinde düzenli ve birbirleri ile koordine bir şekilde çalışırlar.
Bu günlük döngülerin dışında aylık, yıllık gerçekleşen döngüler de mevcuttur. Göç hareketleri veya kış uykuları gibi.
Bedenin bu bilinçsiz zaman algısının, bilinçli olarak tahmin edilebilen zaman algısına göre yanılma payı çok daha düşüktür ve kişiden kişiye çok büyük farklılıklar göstermez. Aslında biyolojik saatlerin bu kesinlik ve yanılmazlık özellikleri, onu algının bir parçası yapar mı, tartışılır.
İçsel saat
İçsel saat ise halk içerisinde biyolojik saat ile karıştırılmasına rağmen ondan çok daha farklı bir kavramdır. İçsel saat zamanı göreli olarak algılamamızın asıl sebebi sayılabilir. Canlıların ( sadece insanlar değil ) genellikle saniye veya dakika düzeyinde zamanı ölçmesine yarayan araçtır. İçsel saatin belirli bir yeri olduğu söylenemez. İçsel saat belli bir bölgede çalışan bir saatten ziyade beyindeki nöronların birbirleriyle etkileşimi sonucu oluşan soyut bir mekanizma olarak düşünülebilir.
Peki merak ettiniz mi, sadece nöronların etkileşimiyle ortaya çıkıyorsa bu zaman algısı, nelere bağlı olarak değişir? Dış dünyada yaşadığımız deneyimler, bu nöronları nasıl etkiliyor? Neden zaman, herkes tarafından farklı algılanır?
Değişim ve Zaman
Zaman algısının bağlı olduğu en büyük etken “ Değişim “ denebilir. Düzenli olmayan, kesintiye uğrayan olayların yaşattığı zaman algısı bize her zaman normal zamandan daha uzun gelir. Bunun sebebi ise az önce bahsettiğimiz gibi nöronlardan kaynaklanır. Nasıl mı?
Beyin dışarıdan veriler almaya başladığında bu verileri sırasıyla almasına gerek yoktur. Beyin, aldığı bu verileri düzenli bir sıraya dizerek düzenler. Eğer bu veriler düzenli ve birbirleriyle hemen hemen aynılarsa beynin bu verileri işlemesi çok zaman almaz çünkü düzenli veriler daha kolay işlenir, beynin bunları yeniden düzenlemesine gerek kalmaz. Ama veriler düzensiz, sürekli değişen, birbirlerinden farklı iseler beynin bu verileri düzenlemesi zordur ve zaman alır. Şöyle düşünebilirsiniz: Elinize bir sürü kâğıt verilecek, bu kâğıtları kontrol edip sayfa numaraları ardışık olacak şekilde kâğıtları düzenlemeniz istenecek. Eğer kâğıtların çoğu düzenli bir sıradaysa bunları kontrol etmeniz de düzenlemeniz de uzun sürmez. Ama bu kâğıtlar birbiriyle çok alakasız ve dağınık bir sırayla önünüze konulmuşsa bu, daha fazla zaman alır ve sizden beklenen sürede bu işi yetiştiremeyebilirsiniz. Yani kısacası değişim, algıladığımız zamanı uzun hissettirir.
Düzenlilik ve düzensizlik durumlarını gerçek hayattan örneklerle açıklayalım. Mesela yarım saat boyunca yemek karıştıran birisi ile yarım saat boyunca evde bu yemeğe katılacak malzemeleri arayan kişi için bu yarım saat aynı değildir. Yemeği karıştıran kişi yarım saat boyunca durmadan aynı eylemi yaptığı için beyin bu bilgileri hızlı işler ve bu yarım saatin 20 dakika gibi algılanmasına neden olur. Ama malzemeleri arayan kişi ise bu süre içerisinde bir malzemeyi bulabilmek için birçok farklı yere bakar; malzemelerin görüntüsünü ve gerekliliğini, hafızasını kullanarak hatırlamaya çalışır. Tüm bunları yaparken de beyninin birçok bölümünü çalıştırmanın yanı sıra onu meşgul eder ve verilerin geç işlenmesine yol açar. Bu yüzden bu yarım saat ona da 40 dakika gibi gelebilir.
Nöronlar
Nöronlar arası etkileşimleri fazla hafife almamak gerekir. Bunun çok basit günlük durumlarda zamanı algılama biçimimizi ne kadar değiştirebileceğini gösteren kanıtlar vardır. En basit örneği şu şekilde açıklayabiliriz: Bel hizanızda bir yere ve kafanıza aynı anda dokunulsa bile bel hizasındaki dokunuşu kafanızdakinden sonra hissedeceksinizdir. Durumun nedenini tahmin ediyorsunuzdur umarım. Kafanızda dokunulan herhangi bir bölgedeki nöronlar zaten beyne çok yakın olduğu için oraya iletilmesi ve sizin onu dokunma hissi olarak algılamanız vücudunuzun başka herhangi bir yerindeki dokunuştan önce hissedilecektir.
Ayrıca dışarıdan gelen uyaranların beyne iletilmesinin ortalama 80 milisaniye olduğu gözlemlenmiştir (Yani aslında dünyayı 80 milisaniye geriden takip ettiğimiz veya şu anda aslında 80 milisaniye önceyi görüyor olduğumuz söylenebilir. Acaba nöronlarımızı yavaşlatarak dünyayı daha geriden takip edebilir miyiz? Neyse, konudan çok sapmayalım). Nöronlardaki bu gecikmenin aslında bazı yanılsamalara neden olacağı söylenebilir. Mesela 50 milisaniye aralıklarla gösterilen iki görüntüden hangisinin daha önce görüleceği belli olmayabilir.
Hatta bu hız farkının duyular arasında bile farklılık gösterdiği söylenebilir. Genel olarak işitsel uyaranların görsel uyaranlara göre zamanı daha uzun hissettirdiği gözlemlenmiştir.
Dikkat
Uzmanlar, insanlar üzerinde yapılan bir deneyde bir işe dikkatini veren deneklerin dikkatini vermeyenlere göre zamanı kısa algıladıklarını saptamıştır. Bu durum da dolaylı olarak değişimle bağlantılıdır. Çünkü herhangi bir şeye dikkatimizi verdiğimizde dış çevreden soyutlanırız. Bu durum da dışarıdan aldığımız verilerin de muhtemelen azalmasına yol açacaktır. Değişimle alakalı örnekte verdiğimiz gibi bir örneği farklı bir şekilde verelim isterseniz: Yine size bir ton kâğıt veriliyor ve bunları düzenlemeniz isteniyor. Çok basit düşünürsek size az kâğıt verilirse bunları kısa sürede, çok kağıt verilirse uzun sürede toparlarsınız. Basit… Bir tane de etkileşimli bir örnek verelim. Aşağıda verdiğimiz iki cümleyi hiç durmadan, kesintisiz bir şekilde ama yazılanı anlamaya çalışarak okuyun:
- “ Çocukluktan beri tanıştığım bir arkadaşım olan Semih ile geçirdiğimiz zaman, benim için her zamankinden çok daha eğlenceli geçtiği için artık her zaman onunla vakit geçiriyorum.”
Şimdi birinci cümleyi kaç saniyede okuduğunuzu tahmin edin ve ardından ikinci cümleyi de aynı şekilde okuyun.
2. “ Biyolojik saatlerimiz
gerekli denge veya homeostazı
elde etmek için uyum içinde çalışan hormonlar ve nöronlarla negatif geri besleme döngüleri kullanarak salınıma
dayanmaktadır.”
İki cümle de hemen hemen aynı harf sayısına sahip olmasına rağmen çoğunuzun ikinci cümleyi okuma sürenizin daha uzun olduğunu düşündüğünü tahmin ediyorum. Bunun nedeni ise az önce anlattığım, “ değişim “ ve “ dikkat “ denen iki olgudur. Birinci cümle, çoğunlukla günlük dilde kullandığımız kelime ve cümle öbekleriyle doludur. Beyniniz bunlara alışık olduğu için her zamanki gibi düzenler. Ayrıca yazıyı rahatça okuyabildiğiniz için de beyniniz ona odaklanabilir ve dış dünyayla ilişkili olan algınızı azaltır. Bu yüzden okuduğunuz zamanı daha kısa olarak algılarsınız.
İkinci cümlede ise bunların tam tersi geçerlidir. Hem kullanılan kelimelerin ve dilin genelde bilim dilinde ve konuyla çok ilgilenmeyen birisi için anlaşılmaz olarak algılanabilecek kelimelerle doludur. Beyin bu duruma alışık değildir. Ayrıca bazı yerlerde cümlenin alakasız bir şekilde alt satıra kayması da dikkatini dağıtır. Ve bu durumlar, tahmin edeceğiniz üzere zamanı olduğundan uzun hissettirir.
Zaman Hafızası
Bazı görüşler ise zaman algısının hafızaya bağımlı olduğu yönünde. Bunu basit bir şekilde şöyle açıklayabiliriz: Belli bir olayın süresini saniye, dakika gibi terimlerle ifade ederiz. Bu ne demektir? Olayın başlangıç ile bitiş anları arasında geçen süre. Belli bir zamanı tahmin etmek için hafızamıza başvururuz. Kendimize “ En son ne zaman kitap okudum? ” , “ Eve saat kaçta geldim? “ gibi sorular sorarkenki gibi… Bununla birlikte belli bir zaman aralığını tahmin ederken de “ Bu süre zarfı ne zaman başladı? “ ve “ Bu süre zarfı ne zaman bitti?” gibi sorular sorarız. Yani bir olay saniyeler önce gerçekleşmiş olmadığı sürece bunun zamanını tahmin ederken zaman algımız hafızamızdan etkilenir. Ayrıca bu önermeden yola çıkarak“ Bir olayın zaman aralığını tahmin ederken olayın üzerinden geçen zamanla doğru orantılı olarak zaman algısında bozulmalar gözlenir.” sonucunu çıkarabiliriz.
Metabolizma hızı
Metabolizma hızı, her ne kadar insanlar arasında çok büyük farklılıklar yaratmasa da vücut büyüklükleri farklı canlılar arasında zaman algısını değiştiren etkenlerden birisidir. Büyük hacimli hayvanların metabolizması yavaştır ve bu yüzden de zaman onlar için olduğundan kısa algılanılır. Küçük hacimli hayvanların ise, tam tersi, metabolizmaları hızlıdır ve algıladıkları zaman , olduğundan uzundur.
Bir sineği öldürmenin neden bu kadar zor olduğunu anladınız mı şimdi? Algıladıkları zaman bizimkine göre yavaş olduğu içindir bu. Mesela elinizdeki gazeteyi ona doğru savururken bu sizin için anlık bir hareket gibi gelebilir ama sineğin açısından bu daha uzun bir süreçtir ve o gazeteyi görüp, kendisi için bir tehdit oluşturduğunu anlayıp kaçması bir insana göre daha basit olur.
Duygular
Hepimizin günlük hayatta zaman algısını etkileyen aslında en büyük etkendir duygular. Aslında duyguların az önce anlattığımız dikkat başlığı altında anlatılması da uygun olabilirdi. Ama geniş bir konu olduğu için kafalar karışmasın istedik. Birazdan anlayacaksınız demek istediğimizi.
Duygular hakkında kısaca şöyle denebilir: Ekstrem duygular sakin duygulara göre zamanın uzun algılanmasına yol açar. Genelde bunun evrimsel bir mekanizma olduğu söylenir. Canlılar kendilerine korku, heyecan gibi duygular yaşatan olaylar karşısında anı daha fazla hissederek tehlikeden daha kolay kurtulurlar. Mesela korku duygusunu ele alalım. David Eagleman isimli bir sinirbilimci yazar, katılımcıları lunaparka götürüp onları çok yüksekten aşağı hızla inen bir alete bindirdiğinde çoğu katılımcının süreyi olduğundan fazla tahmin ettiğini gözlemlemiştir. Başka bir deneyde ise bir grup katılımcıya korku filmlerinden bazı sahneler gösterilirken bazılarına da hüzünlü filmlerden sahneler gösterilmiş. Hüzünlü filmi izleyen kişilerin çoğu zamanı doğru tahmin ederken korku filmi izleyenler zamanı olduğundan uzun tahmin etmiştir.
Şimdi bir de zevk duygusunu ele alalım. Yine deneyler üzerinden gideceğiz. Bir grup katılımcıya alakasız resimler gösterilirken bir grup katılımcıya da lezzetli resimler gösterilmiştir. Lezzetli resimleri gören katılımcılar zamanı daha kısa tahmin etmişlerdir. Hatta daha ilginci, lezzetli yemek gösterilen katılımcılardan aç olanlar tok olanlara göre de zamanı kısa algılamışlar.
Duyguların zamanı etkilemesindeki sebebine gelelim şimdi de. Mesela yukarıdaki tatlı örneklerine bakalım. Tatlılara bakan aç insanlar, onları yemek istediği için, zevk peşinde olduğu için algısını dış dünyaya kapatır, gereksiz bilgileri almaz ve o tatlıya odaklanır. Ama mesela aslanlara gözükmemeye çalışan bir ceylan ne yapar? Algısını olabildiğince genişletir. Her türden bilgi, onun için gereklidir. Aksi halde hayatta kalması zorlaşır. Bu örneklerden de anladığınız gibi duygular da ondan önce anlattığımız dikkat konusuyla ilgilidir.
Uyuşturucu ve Alkol
Zaman algısının dışarıyla olan ilgisine baktıktan sonra bir de beyinde gerçekleşen nedenlerine bakalım. Beyinde dopamin denen bir hormon vardır ve zaman algısı için çok büyük öneme sahiptir. Dopamin genelde zaman algısını hızlandırma yani zamanı uzun hissettirme eğilimindedir. Mesela beyindeki dopamin düzeyini arttıran etkilere sahip olan kokain, metamfetamin gibi uyuşturucuların zamanın olduğundan uzun hissedilmesine yol açtığı gözlemlenmiştir.
Alkol için ise durum biraz farklıdır. Evet, zaman algısında değişikliklere yol açar fakat hızlandırma mı yavaşlatma mı eğiliminde olduğu pek belli değildir. Bazı araştırmalar hızlandırdığı yönünde, bazıları yavaşlattığı. Bazıları ise dozuna bağlı olduğunu söyler.
Psikiyatrik rahatsızlıklar
Şizofreni, dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu, depresyon, anksiyete bozuklukları gibi birçok psikiyatrik rahatsızlıkta zaman algısında ciddi oranda bozulmalar gözlenir. Kişiler zamanı bazen olduğundan çok daha uzun algılarken bazen de aşırı derecede kısa algılayabiliyorlar. Yani zamanı ne hızda algıladıklarına dair kesin bir görüş bulunmuyor.
Kaynakça: